Cumartesi, Nisan 13, 2024

İkigai

İkigai, şu anda okuduğum kitabın adı.


Kitabın alt başlığı "her güne mana ve neşe katmak". 


Kısaca açıklamak için Wikipedia'ya başvuralım:

"Ikigai (生 き 甲 斐) "varlık nedeni" anlamına gelen Japonca bir kavramdır. "Ikigai" kelimesi genellikle kişinin hayatındaki değer kaynağını veya hayatını değerli kılan şeyleri belirtmek için kullanılır. Türkçeye çevrildiğinde kelime kabaca "uğruna yaşadığınız şey" ya da "sabah uyanma sebebiniz" anlamına gelir."

Kitaptan öğrendiğim birkaç şeyi hemen paylaşayım :)

Hakanasa: Gelip geçici, anlık, kısa süren. Bahar aylarında kiraz ağaçlarının çiçeklendiği dönem "hakanasa"ya örnek veriliyor.

Hanami: Japon kiraz ağaçları çiçeklendiğinde ağacın altında yiyip içme ve o nefes kesici manzaranın tadını çıkarma geleneği

Haiku: 17 heceden oluşan Japon şiiri. Haikular özel bir manzarayı ya da olayı tasvir etmiyor. Aksine günlük hayattaki minik detaylara odaklanıyor: mesela cırcır böceklerinin ya da çekirgelerin sesi gibi. 

Japonlar'ın gelip geçici, basit ama bir o kadar da güzel anlardan maksimum keyif almak için çeşitli gelenekleri var. Bizim yok mu? Bizim de var tabi. Bahar gelince biz de pikniğe gidiyoruz ama gölgesine sığındığımız ağacın, koynunda huzur aradığımız doğanın değerini biliyor muyuz? Orası tartışılır. 

Anime izleyenler bilir Japon kültüründe yemek ve çay çok önemlidir. Japon çay seromonisi desem ne demek istediğim az çok anlaşılır sanırım. Hâl böyle olunca ikigai mantığını anlamak kolaylaşıyor. Neşelenmek için illa ki özel bir şey olmasını beklemeden her gün karşılaştığımız gelip geçici, basit ama güzel olan şeylerden, ince detaylardan keyif almaya odaklanmak gerekiyor. Böylece günlerimiz kendiliğinden mana kazanır diyebiliriz.

İkigai üzerine düşünmek bana iyi geliyor. Kendi hayatımın minik detaylarını irdeleyip aslında mutlu olunacak ne çok şey olduğunu görüyorum. Daha önce şurda ve şurda yazmışım. Şimdi daha geniş bir pencereden bakıyorum mevzuya ve her andan maksimum keyif almak için detaylıca düşünüyorum. 

Neleri seviyorum; neler bana iyi geliyor; neyi, ne kadar yapabilirim?

  • Dil öğrenmeyi, öğrendiğim dilleri kullanmayı, başka dillerde okuyup yazmayı, test çözmeyi seviyorum. İngilizce kitap okuyarak, dizi izleyerek ve ev halkı ile İngilizce konuşarak - artık Arya ile de İngilizce sohbet edebiliyoruz - bu keyfi her günüme bir parça katıyorum. Ama Almanca ve İspanyolca'yı neredeyse unutmak üzereyim. Temelleri hatırlıyorum ama kelime bilgim buhar olmak üzere. O zaman biraz da onları hayatıma dahil etmeliyim.

  • İngilizce öğretmeni olarak görünürde sevdiğim bir şeyi yaparak geçimimi sağlıyorum. Yani görünüşte şanslı azınlıktanım ama işin aslı pek öyle değil maalesef. Okulda her günüm İngilizce öğrenmek istemeyen öğrencileri tam tersine ikna etmeye ve dirençlerini kırıp onlara bir şeyler öğretmeye çalışarak geçiyor. Oysa benim hayalim İngilizce öğrenmek isteyen ve öğrendiği en ufak şeyden bile keyif alan öğrencilerle canla başla çalışmak. Bunu sağlayamıyorum. BİLSEM'e geçebilirsem bu durumun değişeceğini düşünüyorum. İlk adımı attım, gerisi akışa güvenmek.

  • Yazmayı çok seviyorum, yazmak bana çok iyi geliyor. Her gün yazmalıyım. Bir deftere, kağıda, tahtaya belki de aynalara, duvarlara...

  • Yukarıdaki maddelerden anlaşılacağı üzerine bir şeyler öğrenmeyi, ders çalışmayı, not almayı, test çözmeyi seviyorum. Ruhum hep öğrenci ve hep aç :D Onu beslemek için yeni kaynaklar bulmalıyım. Daha doğrusu kaynak çok da ben doğru ilgi alanımı belirleyip o yönde ilerlemeliyim :)

  • Çocuklarım hayallerimin bir çoğunu gerçekleştirememiş olmak beni mutsuz eden şeylerden biri. Bazıları artık kesinlikle yapamayacağım şeyler ama bazıları için hâlâ umut var. Umut olan mevzular üzerine yoğunlaşıp diğerlerinin yükünü omuzlarımdan atmak işleri kolaylaştırabilir.

  • Doğayı, doğada olmayı çok seviyorum. Fıtık yüzünden çok hızlı yorulduğum ve sancılar hiç geçmediği için eskisi gibi doğa yürüyüşlerine katılamıyorum. Buna bir çare bulmalıyım. Düşüneyim bakalım.

  • Güneşli günleri çok seviyorum ve güneşli günlerde dışarda olduğumda çok mutlu oluyorum. Ne güzel işte, bahar geldi, tam mutlu olunacak zaman dediğinizi duyar gibiyim ama Karadeniz'de bahar biraz dengesiz: 3 gün güneş varsa 4 gün yağmur var. Güneşli günleri yakalayınca bırakmamak gerek. Bazen tembellik edip evden burnumu çıkarmıyorum. Bu uyuşukluğu acilen terk etmem gerek.

  • Güzel giyinmek, aynada kendimi beğenmek beni mutlu ediyor. Giysilerimi elden geçirip gardırobumu sadece sevdiğim, içinde kendimi iyi hissettiğim giysilerden oluşacak şekilde düzenlersem her güne gülümseyerek başlamak kolaylaşır. Giyimden bahsetmişken uzun zamandır merak ettiğim ve bugün öğrendiğim bir şeyi paylaşayım. İnternette hep karşıma çıkan cildinize, size en çok yakışan renkler neler uygulamasını yapmak istiyordum. Bugün yaptım. Benim renk paletim "deep/dark autumn" yani "derin/koyu sonbahar"mış. Tercih etmem gereken, tenime en uygun renkler şunlarmış:

Son yıllarda içgüdüsel olarak tercih ettiğim 
zeytin, haki, bej, kahve ve bordo tonların sebebini anlamış oldum :)


Mevsimlere göre tercih etmem gereken renklerim de bunlarmış :)


Keyif aldığım, ilgilenirken mutlu hissettiğim şeyleri belirleyince üzerine yoğunlaşmak daha kolay. Alanları belirlediğime göre sırada atılacak somut adımlar var :)

Yazımı bayramdan aile fotoları ve sevdiğim şarkılar ile bitireyim.


The Ozcan Family :)


Çekirdek :)


Gel de büyülenme! 




Pazartesi, Nisan 08, 2024

Başka başka...

Daldan dala atlayacağım bir yazı olacak baştan uyarayım.

... 

Sık sık aramadığım akrabalarım var ve ne zaman arasam bu durumla ilgili sitem ediyorlar. Eskiden daha sık arıyordum sonraları kandil geceleri, bayramlar ve doğum günleri dışında aramaz oldum. Son 1-2 senedir kandil geceleri de aramıyorum çünkü benim için kandil gecelerinin özel bir manası yok. Hâl böyle olunca bayramda aradığımda yine "Bayram seyran olmasa arayacağın yok" sistemlerine maruz kalacağımı biliyorum. Can sıkıcı.

Hayat'ın hay huyu içinde durup da akrabalarımı arayacak bir kafaya eremiyorum bir süredir. Arayıp boş boş nasılsınız, biz de iyiyiz, nasıl gidiyor, ne var ne yok minvalinde yüzeysel sohbetler yapmak gelmiyor içimden. Zaten bunun kime ne faydası var onu da bilmiyorum. Bayram yaklaştıkça geriliyorum. Aman boşver, hiç arama o zaman diyebilirsiniz. Öyle de yapmak istemiyorum. Arayayım, bayramlaşalım, olsun bitsin istiyorum.

... 

Bugün Arya'yı bir sınıf arkadaşı ile sinemaya götürdük. Çocuk tam bizim kafadan. Balık tutuyor, anime izliyor, çalışkan, okulu, dersleri seviyor, tatilde harcamak için para biriktiyor. Arya gibi o da 11 yaşında.


Arya ve Rüzgar :)

... 

Dün Arya ile okulun bahçesinde 1 saat badminton oynadık. O kadar yoruldum ki... Geçen yıla kadar dağ tepe 25 km yürüyüp gık demiyordum. Şimdi düz sahada 1 saat badminton oynayamıyorum. Geçen hafta fizik tedavi doktoruma kontrole gittim. Bayram sonrası bel ve boyun için MR çekilip tekrar gitmemi söyledi. 

... 

Bu sabah hastaneden mesaj geldi: "Biyopsi inceleme işleminiz devam etmektedir. Rapor çıkma süreniz uzamıştır." Ayın 16'sında onkoloji randevum var. Umarım rapor o zamana kadar çıkar.

... 

BİLSEM başvurularının ilk adımı tamamlandı. Sözlü mülakata girmeye hak kazandım. 

24 Nisan'da mülakat yeri ve tarihi ilan edilecek. 
8 Temmuz'da sonuçlar açıklanacak. 
18 Temmuz tercihler başlayacak. 
24 Temmuz atama süreci tamamlanacak. 

Bakalım.

... 

Bir Blogger'ın sayfasında görüp okuma  listeme eklediğim Sade'ın Yatak Odasında Felsefe kitabına başladım bugün. Biraz fazla geldi ama bir süre daha okumaya devam edip öyle karar vereceğim.

Edit: Kitaba devam edemiyorum. Felsefe kitabından çok sapkın bir yatak odası fantazisi. Evet arada felsefe denilebilecek bölümler var ama o bölümler için geri kalan işkenceye maruz kalmak istemiyorum. 

... 

Yazımı bir şarkı ve mutfak penceremizden günbatımı manzaraları ile bitireyim.


Sezen Aksu - Kutlama


Evvelsi Gün


Dün

Salı, Nisan 02, 2024

Paran yoksa hasta olma, kestirmeden ölmek daha iyi(?!)

Doktor gezmelerine bayılıyorum ben bu aralar. Seç, beğen, git! Poliklinik, poliklinik, olmadı acil servis... Geziyorum.

Bugün dahiliye randevum vardı. Acil servisteki teşhis tescillendi. Doktor, IBS yani irritable(alıngan/hassas) bağırsak sendromum olduğunu söyledi. Geçen hafta verilen ilaçlar yeteri kadar işe yaramadığı için onları değiştirdi ve ek ilaçlar verdi. Aşağıda görülen ilaçlara 840 TL ödedim. Q ile başlayan ilacı devlet karşılamıyor. O ilaç tek başına 300 ya da 350 TL. Tam hatırlamıyorum. 


Doktor, gayet ilgiliydi hastalığımı detaylıca anlatıp bana broşürler verdi. Beslenme düzenimin nasıl olması gerektiğinden bahsetti. 1 ay sonra kontrole çağırdı.

Bir süredir koltuk altlarımın ağrıdığını onun için hangi doktora gitmem gerektiğini sordum doktora hazır gitmişken. Lenf bezlerimle ilgili olabileceğini söyleyerek genel cerrahiye randevu alın dedi. Bakalım. 

Dedim ya bu aralar doktor gezmelere doyamıyorum :)) 
Biraz da genel cerrahiye gideyim :))) 


...

Nerdeyse unutuyordum. Bugün okulda Kütüphanecilik Haftası kutlamamız vardı. Daha önce bahsettiğim skeci sahneledi öğrencilerimiz. Gayet güzel, tadındaydı.








Cumartesi, Mart 30, 2024

HPV Aşısı ve Bir Annenin Haklı Gururu

Dün Arya ile birlikte ilk doz HPV aşılarımızı olduk. Ben 2 ay sonra 2. dozu olacağım, ondan 4 ay sonra yine Arya ile son dozu olacağız. 9-13 yaş arası çocuklarda 2 doz yeterli oluyor. Yetişkinler için 3 doz gerekli.

Aşıdan sonra Arya ile markete gittik. Normalde sadece 1 tane seçim hakkı oluyor ama bu kez aşı olduğu için 3 seçim hakkı vardı. Girdiğimiz ilk markette içecek seçti. İlk önce eli normalde içmediği gazlı içeceklere gitti. "Aryacım istersen bu seferlik alabilirsin ama biliyorsun onlar sağlığına zararlı" deyince büyük bir olgunlukla  "Haklısın anne" deyip vazgeçti. Nispeten daha zararsız bir şey alıp çıktık marketten çünkü diğer 2 hakkını farklı bir markette kullanmak istedi. 

Gittiğimiz ikinci markette bu kez yine normalde hiç almadığı baharatlı patates cipsine ve kavurgaya gitti aklı. "Alabilir miyim?" diye sordu, "Onlar da çok zararlı, yağlı ve katkılı ama sen bilirsin. İstersen bu seferlik alabilirsin" deyince vazgeçip sevdiği çikolatalı bir çeşit gofret aldı. Son hakkını da televizyonda görüp merak ettiği makaronlardan yana kullandı.

Tüm market alışverişimiz boyunca Arya'nın bana danışması ve dediklerime karşı çıkmayıp sakinlikle kabullenmesi, daha sağlıklı seçimler yapmaya çalışması beni o kadar gururlandırdı ki... Markete her gittiğimde ağlayan, mızıklayan, anne-babasını bezdirip istediği her şeyi aldırmaya çalışan, hayırdan anlamayan çocuklar ve yeter ki sussun diye her istediğini alan ebeveynler gördüğüm şu zamanlarda Arya'yla ve kendimle gurur duydum. Demek ki zamanında kararlı durarak doğru yapmışım ve Arya da olması gerektiği gibi bilinçli yetişmiş. 

Çok basit gibi görünen bir şey belki ama benim için önemli. Arya küçükken aman ağlamasın, herkes bize bakıyor, şimdi birileri rahatsız olacak vb. deyip isteklerine boyun eğmiş olsaydım dün her şey çok farklı olurdu. Zamanında çok zorlandım; dışarıdan gelen aman çocuğu ağlatma, bu seferlik(?) alıver, ay ben alayım hadi sana istediğini diyen 3.şahıslara her seferinde karşı koydum ve bunu Arya'nın doğruyu öğrenmesi için yaptığımı anlattım. Hatta bir keresinde Arya kendini yere atıp tepindiğinde onu öylece bırakıp arkama bile bakmadan eve gelmiştim. 

Ben önde, Arya 10 adım arkamda bana yetişmeye çalışırak eve giderken yolda bizi gören herkes beni durdurmaya çalışıp "Çocuk size sesleniyor, baksanıza ağlayarak anne diyor" demişti. Biliyorum diyerek yürümeye devam etmiştim. Dışarıdan bakınca acımasızlık gibi görünebilir. Oysa her evden çıkışımızda kuralı anlatıp uymamız gerektiğini, eğer bir şeye hayır dediğim halde ağlayarak istemeye devam ederse normalde alabileceği herhangi bir şeyi de almadan eve döneceğimizi anlatırdım Arya'ya. Olmayacak şeyler için zırlamaya başladığı an hakkını kaybetmek üzeresin derdim. Dinleyip susarsa yaşına uygun ufak bir atıştırmalık - genelde kajun, Antep fıstığı ya da süt dilimi, süt burger gibi şeyler - alıp eve dönerdik. Zırlamaya devam ettiği zamanlarda hiçbir şey almadan dönerdik eve. İyi ki de direnmişim. O günlerin meyvesini şimdi toplamak çok keyifli :) 

Arya ile marketten çıkıp eve gelirken epeyce zorlandım. Yine midem bulanmaya ve başım dönmeye başladı. Eve gelir gelmez yattım. Bir süre uyumuşum. Uyanınca uzunca bir süredir hastalık derdine düşüp Arya ile oyun oynamadığımı fark ettim. Kuzum sürekli odasında müzik dinleyip resim çiziyor. Hâl böyle olunca Arya'ya seslenip yattığım yerden oynayabileceğim bir oyun seçmesini istedim. Bilgi çarkını seçti ve karşılıklı kahkakalar atarak oynadık. 

Bilgi Çarkı :) 


Oyunda bilimden spora, eğlenceden sağlığa bir sürü farklı alan var. Gelen konuya göre ilgili kartlardaki sorular soruluyor; bilen 10 puan kazanıyor; bilemeyen ceza kartı çekiyor. Cezalar birbirinden eğlenceli. Misal ördek taklidi yaparak odayı turlamak, Ali Baba'nın çiftliği şarkısını söylemek, apartmanda bir kat aşağıya inip geri çıkmak gibi... Arya o kadar eğlendi ki evi çınlattı kahkahaları :) Doyamadığı için bu gece de oynamak istiyor :) 

Biraz yürüyüp dönüşte oynayalım dedim. Gidip biraz yürümeye çalışacağım. Umarım en azından sahilde bir turu tamamlayabilirim midem bulanıp başım dönmeden. 


Çarşamba, Mart 27, 2024

Hayat'ın yeni çelmeleri...

Dün sabah okulda rahatsızlandım, 2 kez kustum ve midem delinircesine ağrımaya başladı. Evrim beni okuldan alıp acile götürdü. Bağırsak filmim çekildi, kan tahlillerim yapıldı. Bağırsaklarım tıkanmış ve pazar gününden beri yediğim her şey midemde kalmış. 

Doktor filmlere ve tahlillere bakınca bu bağırsak sorunuma genelde çocukken teşhis konulduğunu, bağırsaklarımın tembel olduğunu, sıvı ağırlıklı beslenmem gerektiğini söyledi. 10 gün boyunca sadece sıvı ve lifli meyve-sebze ile beslenmem gerekiyor. Katı, baharatlı ve asitli yiyecekler yasak. Bu beslenme şeklini hep sürdürmem gerekiyormuş.

Kendimi bildim bileli mide sorunum var. Kimseye dokunmayan şeyler bana dokunur. Aç karnına asla simit, poğaça, çikolata yiyemem. Baharatlı, özellikle acılı yiyecekler yiyemem. Baklagil yesem herkesin 10 katı gaz yapar, iki büklüm gezerim. Tüm bunların sebebi tembel bağırsaklarımmış. Geç oldu ama öğrenmiş olduk.

Dün acilden çıkıp Trabzon'a gittik jinekolojik onkoloji muaynem için. Muayne pek iyi gitmedi. 3 farklı alanda lezyon ve bir de 18.7mm.lik tanımlayamadığı bir alan gördü doktor. Bayramdan sonra tekrar gideceğim kolposkopi yapıp parça alacak. Sonrasını bilmiyorum.

Peki tüm bunlar ne demek? Yine kanser mi? Şimdilik kanser tanısı almadım ama yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu ortada. Şaşırdım mı? Hayır. Böyle olmasa şaşırırdım. 

Hastalıkların biri bitmeden diğeri başlıyor. Arada es verip nefes aldırmıyor Hayat nedense. Dağına göre kar olayı bende aralıksız kar yağışı şeklinde işliyor. Dağ devrilip ova gibi dümdüz olmadan kar durmayacak galiba.

Neyse... Zaman akıyor, her şey geçiyor zamanı gelince.

Pazar, Mart 17, 2024

Konu dönüp dolaşır...

Aşk'a gelir.

Selvi Boylum Al Yazmalım'ı izlemenin tadı her yaşta farklıdır. Aşkın tekilliğine ve sonsuzluğuna inanılan gençlik yıllarında Asya, İlyas'ı affetsin kavuşup mutlu olsunlar ister insan; aşkın geçiciliğinin öğrenildiği ileriki yaşlarda ise Asya, Cemşit'i seçince derin bir oh çekilir. Çünkü "Sevgi emekti"r.

Hayat değişir, insanlar değişir (belki de hiç değişemez, emin değilim) ama gerçekler değişmez. Aşk gelip geçer, eğer şanslıysanız sevgi baki kalır. Bunu anlamak zaman alır. Anlayana dek birbirini yıpratmamak zor olabilir.

"İnsan hayatında bir kez aşık olur" önermesi hatalıdır. İnsan defalarca kez aşık olabilir ama sonrakiler ilk aşk gibi olmayabilir. Çünkü ilki bitince insan aşkın bittiğini öğrenmiş olur bir kez. Bu unutulacak bir deneyim değildir. Hâlâ ilk aşkıyla evli olanlar ve bir daha aşık olmayanlar karşı çıkabilir bu tezime. Ama eminim beni destekleyenler de olacak. Olmasa kimse boşanmaz, kimse yeniden evlenmezdi ya da kimse severek evlendiği eşini aldatmazdı.

Mr. Kaplan bir keresinde aşkın karşılıklı olamayacağını, iki insanın birbirini aynı anda aynı aşkla sevemeyeceğini söylemişti. Sanırım o zaman ona karşı çıkmıştım ama düşününce pek de haksız değil gibi. Hep bir taraf daha çok aşık, diğer taraf aşık olunan... Roller zamanla değişebiliyor. Evrim'le bizim için öyle oldu.

Ben ilk kez aşık olduğumda ilkokul 5'e gidiyordum. Başlarda bir çocuğun platonik aşkıydı tabi ki. Üniversite yıllarıma kadar aynı kişiye aşık kaldım. Yani neredeyse 10 yıl sürdü ilk aşkım. Arada başkalarından hoşlandığım, ilk aşkımı unuttuğumu tekrar aşık olduğumu sandığım zamanlar oldu ama hepsi saman alevi gibiydi. Sonra bir gece ansızın bitti aşk. Bir çırpıda! Hep karşılıklı olduğuna inandırmaya çalışmıştım kendimi. Öyle değildi. Tam karşılığı olur gibiydi ki benim aşkım bitti. Çünkü gözüm açılmış, gerçeği görmüş ve tüm merakımı da yitirmiştim.

Flaubert'in aşk tanımı: 

"Merak. Birine karşı, ansızın, bir merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek tek amacınız haline gelir. Aşka en uzak cümle, senden nefret ediyorum değil, bilmek istemiyorumdur."

Flaubert'in tanımı kadınların aşka bakışını yansıtıyor bence. Erkekler içinse durum biraz daha farklı. Bunun için Sabahattin Ali'ye kulak verelim.

Sabahattin Ali'nin aşk tanımı:

“Benim beklediğim aşk başka! O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka… Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilemez bir istemek!”

Kısacası bence kadınlar merak etmek ve merak edilmek istiyor; erkekler istemek, arzulamak ve arzulanmak. Aynı noktalarda buluşmak zor :D İlişkilere bakalım; kadın sürekli mesaj atıyor: Neredesin, ne yapıyorsun? ve karşıdan da aynı şeyi istiyor: Beni merak et, benimle ilgilen! Erkekse istemek ve karşı tarafın da istediğinden emin olmak istiyor, tek istenilenin kendisi olduğundan ve her daim istenildiğinden emin olmak. Kadının sevgi dili merak ve ilgi; erkeğin sevgi dili istemek ve istenildiğini hissetmek. Bu tabi ki yüzeysel bir önerme, derinlerde başka başka hisler, beklentiler, ihtiyaçlar var mutlaka.

Evrim'le tanıştığımız akşam ona önce çok gıcık sonra da çok aşık oldum. O bana aşık olmadı. Sevgili olduk ama ilk birkaç sene ben körkütük aptal aşık, oysa sıradan bir sevgiliydi. Sonraları işler değişti. Şimdi sorsak o bana hâlâ aşık, ben değilim. Ama ben onu, onun beni sevemeyeceği kadar çok seviyorum. Bunu anlatmak için konuyu biraz açmak gerek. O, bana aşık olduğu için yaptıkları ona kolay ve doğal geliyor. Biliyorum çünkü aynısını ben de yaşadım. Aşkı bitse sadece sevdiği için birçok şeye katlanamaz belki de. Her gün yeniden beni seçip geride kalan her şeyden yeniden ve yeniden vazgeçemez. Bana aşık olduğu için istediği tek şey benim.  "Aşkın gözü kördür" sözü tam da bunu anlatıyor bence. Aşık olunan kişi dışında hiçbir şey istemiyor hatta o kişinin eksikleri gediklerini bile görmüyor insan. Oysa bana olan aşkı bittiğinde benim çekilmez bir insan olduğumu düşünmesi çok da uzun sürmeyecek. 

Aşk bitince insan bir boşluğa düşüyor ve her gün tekrar tekrar sevdiği kişiyi ve sahip olduğu hayatı seçip geri kalan her şeyden - başka bir hayat ihtimalinden - vazgeçmek gerçek bir mücadeleye dönüşüyor. Bu noktada devreye sevgi ve mantık giriyor. Eğer aşk bittiği halde sevgi devam ediyorsa insan kendi kendine başka aşklar da başka maceralar da bitecek ve geriye böyle büyük bir sevgi kalmayabilir diyor. Sevginin ve karşılıklı saygının büyüklüğü karşıdaki kişinin kusurlarını sineye çekmeye yetecek kadarsa evlilikler, ilişkiler devam ediyor. 

Aşk - Sevgi konusunu sık sık konuşuyoruz Evrim'le. Her seferinde biraz gönül koyuyor bana. "Ben sana aşığım" dediğinde "Ben de sana aşığım" diyeyim istiyor. Ama ben ona sevgimin onun aşkından büyük olduğunu anlatıyorum her defasında. "Aşk, gelip geçti ama ben seni sevdiğim için her gün seni seçiyorum ve seninle kalıyorum. Hayatımı seninle sürdürmek ve seninle sonlandırmak istiyorum. Kimseyi senden daha çok sevebileceğime - sonsuza dek tekrar tekrar seçebileceğime - inanmıyorum." diyorum. O, bunu bilinçsizce yapıyor aşık olduğu için; bense tüm bilincim ve benliğimle. Onun nasıl hissettiğini anlıyorum çünkü ben o yoldan geçtim :) Şu an olsa katlanamayacağım birçok şeye katlandım ona olan aşkım sayesinde. Defalarca kez saatlerce bekledim onu, buluşmak istemediği zamanlarda ayaklar altına alınan gururumu görmezden geldim. Ailesi beni kabul edene dek olanları anlatmak bile istemiyorum. O da aşık olduktan sonra birçok şeye katlandı benim için. Aşıkken kolaydır katlanmak. Zor olansa aşk bitince her şeyi bile bile, göre göre devam edebilmektir aynı yolda. Birlikte bir hayat kurarken ikimiz de çok çabaladık; aşık olduk, sevdik, fedakarlıklar yaptık, tüm gücümüzle birlikte bir hayat kurduk. Düştüğümüz zamanlar, vazgeçmenin eşiğine geldiğimiz zamanlar oldu. Ama Asya'nın dediği gibi "Sevgi emekti" ve biz sevgimizi tüketmeden devam edebildik.

Eminim yine düşeceğimiz, vazgeçmek isteyeceğimiz anlarımız olacak. Umarım yine ayağa kalkıp devam edebiliriz bugüne kadar yaptığımız gibi.



Yazıyı neden yazdığıma gelecek olursak; insan gündelik hayatın içinde o kadar yorulup o kadar yıpranıyor ki bazen unutuyor neyi neden yaptığını ve nasıl bu noktaya geldiğini. Son birkaç günde kendimi "Keşke evlenmeseydim" derken yakalıyorum. Bunun bir anlamı yok çünkü hiçbir "keşke"nin anlamı yoktur. Durup "Neden evlendim ve neden hâlâ evliyim?" diye sormak çok daha mantıklı ve çözüm odaklı. Evrim'e aşık olduğum için evlendim ve onu yeryüzündeki her canlıdan daha çok ve daha uzun süre sevebileceğim için hâlâ evliyim. Onun da bana yer yüzündeki tüm canlılardan daha çok değer verdiğini ve beni tüm benliğiyle sevdiğini bildiğim için hâlâ evliyiz tabi :) Bunu hatırlamak yola devam etmeyi kolaylaştırıyor.

Peki ya siz? Aşık mısınız? Yani hâlâ kıpır kıpır mı içiniz? Kelebekler uçuşuyor mu midenizde?

Sevgili Buraneros, sen  bu sorudan muafsın :) Senin Enn Sevdiğin Kadın'a aşık olduğunu cümle âlem biliyor :))

Cumartesi, Mart 09, 2024

Hayaller, Hedefler, Mutluluk ve Aşılan Komplexler

Mr. Kaplan ile yorumlarda sık sık tartıştığımız bazı konular var :) Aşk, sevgi ve mutluluk. Aşk - Sevgi konusunda tam uzlaşamasak da mutluluğun anlık ve geçici olduğu, her daim sürmeyeceği konusunda hem fikiriz. Bu konu üzerine derin derin düşünüyorum bazen. Bazen de hiç ummadığım anlarda dank ediveriyor bazı şeyler :))

Bir önceki yazımda anlattığım gibi günler çok yoğun geçiyor ama böyle olması iyi geliyor sanırım bana. Boş yapacak, saçma fikirlere kapılacak zamanım olmuyor. Bu yoğunluğun arasında dinlenme fırsatı bulduğum nadir anlarda da mutlu oluyorum. Her Güne 3 Güzel Şey  blogunun ismini de yazılarını seviyorum ve bu aralar her gün ufak ufak bir sürü güzel şey fark edip gülümsüyorum.

Cuma: Arya'nın veli toplantısında öğretmenlerin Arya için söyledikleri güzel sözler, 

Cumartesi - Pazar: Dinlenmek :) Başka şeyler de bulmuşumdur ama hatırlamıyorum :D

Pazartesi: Sonunda skeç için çalışmalara başlayabilmek, 

Salı: Fizik tedavimin başlaması ve yardımcı olan terapistin çok nazik ve güler yüzlü bir kız olması, 

Çarşamba: Okul çıkışı aldığımız eğitim, eğitimdeki eğlenceli anlar, 

Perşembe: Eğitim bitişinde iş arkadaşlarımla gittiğim yemek, sevgili zümrem Eda'nın tüm kadın öğretmenlere hazırladığı minik sürpriz keseler ve içindeki öğrenci notları*,

Cuma: Pazartesi günü başladığım ölçülü beslenme planıma sadık kalarak ve her akşam 5km yürüyerek verdiğim 1,4 kg, sınıfımla yaptığım rehberlik dersinde çocukluk günlerimden bahsedip çocuklara eski oyunları öğrettiğim anlar, sonra öğretmenler odasında diğer öğretmenlerle çocukluğumuzdan bahsetmek, radyoda sevdiğimiz şarkının çalması ya da annelerimizin bisküvi pastası yapması gibi ufacık şeylerle ne kadar mutlu olduğumuzu hatırlamak, bir hikayemin Senede Bir Gün Kadın Dergisi'nde yayınlanması...

Cumartesi: Alarm çalmadan, uykuya doyduğumda kendiliğimden uyanmak ve Arya'nın günaydın kucaklaması, bataryası bittiği için uzun süredir kullanamadığım robot süpürgeyi yeni batarya sayesinde yeniden kullanabilmek :)) 

Ne kadar çok basit ama güzel şey olmuş! Daha da ne güzel şeyler olacak kim bilir :)  

*Öğrenci notları ile ilgili bi'şeyler yazmam gerek. Öğrenciler, "Dersleriniz çok eğlenceli, yanlışlarımızı düzeltiyor, hep doğrusunu öğrenmemiz için uğraşıyorsunuz; bizimle sohbet edişiniz, samimiyetiniz çok güzel..." gibi şeylerin yanı sıra aynı benim bir zamanlar hocalarıma olduğum gibi "Tarzınıza hayranım, kombinlerinize bayılıyorum, kısa kıvırcık saçlarınız size ayrı bir hava katıyor" gibi şeyler de yazmışlar notlara :) Okurken mutluluktan havada süzülmeye başladığımı hissettim :) 

Notlar beni aşırı mutlu etti çünkü şimdilerde kapanmış olan eski bir yarama dokunuyordu. Ben öğrenciyken bazı öğretmenlerime hayrandım. Tarzlarına, giyim kuşamlarına, saçlarına, konuşmalarına, dünya ve yaşam hakkında ne kadar çok şey bildiklerine... O zamanlar öğretmen olmayı asla istemezdim ama onlar gibi "cool" olmayı çok isterdim. Öğretmen olduğum zaman asla onlar gibi olamayacağımı düşünüyordum. Sadece öğretmenler de değil, hayranlık duyduğum stil sahibi kadınlara bakınca kendimi hep eksik bulurdum. Aynı şeyleri giysem bile bende öyle tarz durmayacağını, sıradan duracağını düşünüyordum. Sanırım aşağılık kompleksim varmış desem yanlış olmaz. 

"Aşağılık kompleksi" kavramı kulağa çok çirkin geliyor ama aslında çirkin değil üzücü. Kendini başkalarından aşağıda hissetmek, aşağı görmek... Düşünsenize bir insan ne yaparsa yapsın istediği gibi olamayacağına, eksik kalacağına inanıyor. Gerçekten yıpratıcı ve üzücü bir şey. Şansıma ben bu durumu birkaç yıl önce aştım. 

Kadınların jean pantolon - blazer - stiletto kombinine bayılırım. Boyum uzun olduğu için hiç topuklu ayakkabı giymiyorum. Önceleri ihtiyacım yoktu; giymeyince de hiç alışamadım. Arada denesem bile çok rahatsız edici oluyor. Yine uzun boylu, geniş omuzlu ve kısa saçlı olduğum için blazer ceket ile de kendimi erkeksi hissediyordum. Bu yüzden bayılsam da jean - blazer kombini giymezdim. Sonra bir gün bu durumu anlattığım bir arkadaşım "Ya deli misin? Hiç de düşündüğün gibi olmuyordur, lütfen giyip gelir misin?" dedi. Ben de mecburen Jean-Blazer ve süet ayakkabı kombinimle çıktım sahalara. Tüm gün aldığım iltifatlara hâlâ şaşırıyorum :) O günden sonra içimde kalan, hiç denemediğim tüm tarzları, kombinleri deniyorum. Evet bazıları hâlâ hoş durmuyor üstümde ama bir çoğu için fikrim değişti. İşte öğrenci notları da bu konuya parmak basıyor :))


Bahsettiğim Jean - Blazer kombinim :)


Eskiden olsa böyle bir etekle hayatta dışarı çıkamaz, herkes çok komik olduğumu düşünür, deli mi bu kadın derler diye düşünürdüm. Ama şimdi okula şu etekle gidince öğrenciler deli oluyor çevremde "Eteğiniz çok güzelmiş öğretmenim demekten :)

Cumartesi'ye yeni bir şey ekleyebilirim şu an: Tam şu anda hissettiğim bütünlük ve mutluluk. Koskoca bir kompleksi yenmişim; kim ne der diye düşünmeyen, içinden geleni, kendi istediklerini yapabilen ve notlara bakılırsa fena da yapmayan bir kadına dönüşmüşüm. 

Aferin bana :D

Not: Tüm bu zaman içinde kötü anlar yok muydu? Vardı. Lanet okuduğum anlar bile vardı ama konumuz onlar değil. Onlara odaklanmadan unutuyor, sadece iyi anlara odaklanıyorum :)

İkigai

İkigai, şu anda okuduğum kitabın adı. Kitabın alt başlığı "her güne mana ve neşe katmak".  Kısaca açıklamak için  Wikipedia 'y...